KADINLAR VE ERKEKLER (3) (18.02.2013 10:06:31)
“Evlendikten sonra ne kadar değişti. Beni anlamıyor, anlamak için de çaba sarf etmiyor.”
“Çıkarken her şey ne kadar güzeldi. Evlendik her şey bir anda değişti.”
“Ev alalım kariyer yapalım derken bir şeylerin koptuğunu farkına varamadık.”
“İki yıl birlikte yaşadık. Herşeyi birlikte yapıyorduk. Evlendik, şimdi şuradan alıp şuraya koymuyor. Herşeyi benden bekliyor. “
“Başlangıçta ağzımdan her çıkanı dünyanın en ilginç şeyini anlatıyormuşum gibi dinlerdi. Şimdi her anlattığımdan sıkılıyor. Benimle hiç ilgilenmiyor.”
“Çıkmaya başladığımızın ay dönümlerini bil hatırlayan adam şimdi bırakın sevgililer gününü, yaş günümü, evlilik yıl dönümüzü bile hatırlamıyor.”
“Ana kuzusuymuş bu ya. Sanki annesiyle evlendim.”
“Tamam, Pazar günü biraz relaks olalım ama bütün gün eşofmanla saç baş darmaduman ev işi yapmak da ne oluyor?”
“Millet karısını nerelere götürüyor neler alıyor, benimki ise tam bir hımbıl. Otursun maç seyretsin başka bir bildiği yok.”
İnsanlar ilişkinin başında gösterdikleri özene, hassasiyete sonraki aşamalarda gerek duymuyorlar. Süreç içerisinde dünyayı algılayışlarındaki farklılıklar ve gerek ait oldukları kültürden gerekse aileden gelen alışkanlıklar daha rahat bir şekilde ortaya konmaya başlıyor. Çünkü artık birbirlerine sahip olduklarından emindirler. Aslına bakarsanız bu aşamada çiftin her iki üyesi de daha dürüsttür.
Sorun, kültürel yapımızdaki “sahip olma” anlayışından kaynaklanmaktadır. Onbinlerce yıl atalarımız avcı toplayıcı olarak yaşadı. Erkekler ava gittiler, kadınlar ise mağarada kalıp hem çocuklara baktılar hem de kök, meyve toplayarak avın kötü geçtiği günlerde klanın yaşamını devam etmesini sağladılar. Bu dönemde kadın için güçlü bir erkeğe sahip olmak hem kendisini hem de çocuklarını yırtıcı hayvanlardan diğer kabilenin vahşi üyelerinden korumak için şarttı. Kadınların kültürel genlerine işlenmiş “koruyucu erkeğe sahip olma” dürtüsü, günümüzde ekonomik bağımsızlığına sahip olan ve tek başına ayakta kalma becerisi bulunan bir kadın için bile hala geçerli. Bu nedenle kariyer sahibi kadınlar bile başarılı olarak niteleyebilecekleri bir evlilik yapmadıklarında kendilerini eksik, başarısız ve yalnız hissediyor. Avcı toplayıcı dönemde anaerkil bir aile yapısı vardı. Gerek çocuk yapmada erkeğin rolünün bilinmemesi gerekse hem kadın hem de erkeklerin çok eşli yapısı, nesebin anneye ait olmasına yol açıyordu. Toplum ise temel olarak eşitlikçiydi.
Tarımın başlamasıyla birlikte toprağı işleyecek güce ihtiyaç duyulmasıyla erkekler üretimin temel öğesi haline geldi. Toprağı işleyen aletleri keşfeden erkekler bu aletlere de sahip oldular. Üretim fazlası ortaya çıktı. Üretim fazlası rekoltenin kötü geçtiği yıllar için biriktirilmeye başlandı. Avcı toplayıcı dönemde klanlar arası savaşta alınan esirler öldürülüyordu çünkü onları besleyecek kaynak yoktu. Tarımın başlaması ile birlikte bu esirler, köle olarak kullanılmaya başlandı ve böylelikle köleci toplum ortaya çıktı. Savaşta köleleri alanlar, yani erkekler kölelere de sahip oldular. Erkeğin çocuk oluşturmadaki rolü ortaya çıkınca erkek, çocukların kendisinden olduğundan emin olmak ve sadece kendi nesebine kaynak ayırmak için kadını eve kapattı. Böylelikle kadın giderek erkeğin sahip olduğu bir mal haline geldi, alınıp satılabilir oldu.
Günümüzdeki kadının kültürel genleri avcı toplayıcı dönemdeki büyük anneannelerinden kalma korunma içgüdüsünün devamıyken günümüz erkeğinin kültürel genleri köleci toplumdan bu yana süregelen sahip olma güdüsünün devamı aslında. Bu nedenle erkek, ayrılsa bile eski karısının başka bir erkekle birlikte olmasına tahammül edemezken kadın aslında kendine yeterli bile olsa bir erkeğin korumasına ya da varlığına ihtiyaç duyuyor.
Gücünü toplumun kendisine verdiği güçten, haklardan alan erkek, gerçekten güçlü bir kadınla birlikte olduğunda ezilebiliyor, kendini değersiz ve aşağılanmış hissedebiliyor, eşini aşağılayarak hatta kaba kuvvetle güç gösterilerine başlıyor. Oysa gerçekten güçlü bir erkek için karısının sahip olduğu donanım, onun için bir tehdit unsuru değil sinerji yaratan bir zenginlik aracıdır.
Kadın ise ihtiyaç ve beklentileri karşılanmadığında kıyaslamaya başlıyor ve eşini küçük görüyor. Ya da kendisi iş hayatında ne kadar güçlü olursa olsun evde kendisini ezdiriyor aşağılanmaya izin veriyor.
İstediğiniz kadar, partnerinizin bizi mutlu etmediğinden yakınabilirsiniz. Öncelikle sormanız gereken soru şu: “Ben onu ne kadar mutlu ediyorum?” Eğer siz elinizden geleni gerçekten yapıyorsanız ve beklentileriniz yine de gerçekleşmiyorsa, hala o ilişkiyi devam ettiriyorsanız kendinizi buna layık gördüğünüz içindir.
Elbette ki başlangıçta hissettiğiniz o duygu karmaşası yani aşk bir süre sonra bitecektir. Ancak onun yerine tutkulu bir sevgiyi koymak mümkün. Aşk ve sevgi farklı duygulanımlardır. Aşkı, geçici bir duygusal esrime durumu olarak kabul edebilir ve eşimizle gerçek sevgiyi var etmek ve korumak için çabalayabiliriz. Böyle bir sevgi elbette ki duygusal olacaktır ama aşk gibi tutku içermeyecek, aklı ve duyguyu birleştiren bir sevgi olacaktır. Böyle bir sevgi iradeye bağlıdır ve çaba gerektirir. Kişisel gelişim ihtiyacının varlığını ve sonsuzluğunu kabul eder. En temel duygusal ihtiyacımız aşk değil, birlikte olduğumuz insan tarafından gerçekten sevilmek ve sevginin güdüsel olarak değil akıl ve iradeyle beslenip güçlendirildiğini bilmektir. “Beni sevmeyi seçen, bunun için bende sevilmeye layık bir şeyler gören biri tarafından sevilmek istiyorum.” Bu dilek, son derece anlaşılır ve masumdur. Ancak böyle bir sevgi çaba ve disiplinsiz olmaz.